Öncelikle mahkeme denilince hemen aklınıza Uluslararası Adalet Divanı ya da Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi yargı yetkisine sahip ve taraf olan devletlerce bağlayıcı karar alabilen, olmayanlar için de kararlarının zorlayıcı sonuçlar doğurabildiği uluslararası hukuka dayanan mahkemeler gelmesin.
Burada bahsedilen gerçek anlamda bir kurgu… Şöyle ki; sözde duruşmalar sırasında kaydedilen görüntülerden belgesel çekileceği açıkça belirtiliyor.
Bu sözde yargılamayı yapan “The Court of the Citizens of the World- CCW” adlı kuruluş kendi amacını şöyle açıklıyor: “Küresel farkındalığı artırmak ve adaleti savunmak için ağır insan hakları ihlalleri vakalarını sergileyen uluslararası bir ceza mahkemesi örneği yaratmak.”
Yasal ve meşru mahkemeler varken neden böyle bir tiyatro sergileme ihtiyacı duyuyorlar? CCW’ye göre yasal mahkemeler, siyasi ve askeri liderlerden hesap soramıyor. Kendileri bu hesabı sorduklarını iddia ediyorlar.
İnternet sitelerinde statülerini şöyle tanımlıyorlar: “Mahkeme, temel suçların, ağır insan hakları ihlallerinin ve uluslararası hukuk düzeninin ihlallerinin Devlet liderleri ve üst düzey yetkililer tarafından işlendiğine dair mevcut ve erişilebilir kanıtları analiz etmek ve değerlendirmek temel amacıyla kurulmuştur. Bu analiz ve değerlendirmeye dayanarak Mahkeme, temel suçların ve ağır insan hakları ihlallerinin işlenip işlenmediğini ve işlenmeye devam edip etmediğini belirleme ve sonuç olarak bu tür suç(lar)ı rapor etme yetkisine sahip olacaktır. Mahkeme, başka herhangi bir ulusal veya uluslararası hukuk sisteminin yerine geçmez veya onlarla rekabet etmez.”
Kendilerine “halk mahkemesi” de diyen CCW’yi “mahkeme tiyatrosu” olarak tanımlamamızın asıl nedeni, meşru ya da yasal olmaması değil. Sözde duruşmalar sırasında ve sözde mağdurlar ifade verirken, sözde avukatlar sözde failleri savunurken ve sözde karar açıklanırken kaydedilen görüntülerden belgesel çekeceklerini duyurmaları. Sözde mahkemeyle ilgili bilgiler verilirken “Barış İçin Sinema Vakfı, davalarla ilgili bir belgeselin yapımını üstlenecek” deniliyor.
Aslında “belgeselin” amacı büyük oranda gerçeği bazen kurgu bazen de gerçek görüntülerle aktarmasıdır. Burada ise tamamen bir kurgu söz konusu olduğu görülüyor.
Zaten CCW’yi kuranlardan biri de belgeseli çeken Barış için Sinema Vakfı (Cinema for Peace Foundation). Diğer kurucuları Ukrayna Sivil Özgürlükler Merkezi’nden insan hakları avukatı Oleksandra Matviichuk ve üst düzey Nazi liderlerinin yargılandığı Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nin savcılarından geçen yıl hayatını kaybeden Amerikalı Ben Ferencz.
Putin’i Ukrayna’daki saldırganlığını gerekçe göstererek güya mahkûm eden CCW, Xi Jinping’in “Tayvan’daki saldırganlığı”, “Tibet’teki insanlığa karşı suçları” ve “Sincan’daki Uygur nüfusuna yönelik soykırım” iddiaları ile yargıladığını iddia ediyor.
Sözde mahkemenin tanık olarak dinlediği isimlerse ABD Deniz Harp Okulu’ndan bir Profesör ve Çin hakkında siyasi ve askeri analizler yapan eski bir ABD Donanması subayı. Yani Çin’i aslında yargılayan ve çok büyük olasılıkla mahkûm edenin kim olduğu çok açık.
Kendisini “tamamen bağımsız” olarak tanımlayan CCW, duruşmaların adil ve önyargısız yapıldığını iddia ediyor.
Eğer Rusya’yı ya da Çin’i “yargılarken” 15 bini çocuk 40 bine yakın Filistinliyi katleden İsrail’i de yargılasaydı küçük bir ihtimal, buna inanabilirdik.
Ancak daha şubat ayında yapılan Berlin Film Festivali, sanatçıların Filistin’e destek gösterileriyle çalkalanırken Barış için Sinema Vakfı aynı festival kapsamında düzenlediği galada tescilli Siyonist eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a Barış İçin Sinema Onur Ödülü verdi.
Galası yapılan film de İsrail’in dördüncü başbakanı Golda Meir’in hayatını anlatan “Golda” isimli biyografik yapımdı. Törende Clinton’ın yaptığı konuşma, Filistin yanlısı protestocuların “Savaş suçlususunuz” çıkışıyla bölündü.
Berlin merkezli Barış İçin Sinema Vakfı, ABD’de gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sonrasında kuruldu, 2008 sonrasında ise amacını genişleterek “sinema üzerinden dünyada değişimi tetiklemek” olarak değiştirdi. Bu yıl vakıf, Holokost’u ve 7 Ekim terör saldırısını hatırlatan filmcilere özel bir ödül vereceğini açıklamıştı. Nitekim Golda ile birlikte ödülü Nazi işgalindeki Çekoslovakya’dan 600’den fazla Yahudi çocuğu kurtaran Sir Nicholas Winton’u anlatan ‘One Life’ adlı film ve Auschwitz kampını konu edinen ‘The Zone of Interest’ adlı film ile paylaştı.
Vakfın kurucusu Alman yazar Jaka Bizilj de tartışmalı bir isim. Rus muhalif lider Alexey Navalny’yi 2020 yılında zehirlenmesinden sonra Almanya’ya götürülmesini organize eden isimlerden biriydi. Bizij ile Navalny’ın bağlantısını kuransa CCW’yi birlikte kurdukları Ukraynalı Avukat Oleksandra Matviichuk.
Clinton’un hangi “çabasına” barış ödülü verildiği belli değil. Wikileaks’ın sızdırdığı belgeye göre Hillary Clinton 2012’de “Suriye’yi İsrail için yıkmalıyız” demişti. “Nükleer bir kapasiteye kavuşmaya çalışan İran’ı ancak zayıf bir Suriye üzerinden baskı altına alabiliriz” iddiasındaydı.
Clinton sonradan belgenin kendisine ait olmadığını James Rubin tarafından “değerlendirilmek üzere” kendisine verildiğini kendisinin de bunu bir arkadaşına elektronik postayla ilettiğini iddia etmişti.
Clinton’un “barışa katkıları” saymakla bitmez ama en çarpıcı olanı NATO müdahalesi sonrası katledilen Libya lideri Muammer Kaddafi ile ilgili kahkahalar atarak kullandığı ve hafızalara kazınan “Geldik, gördük ve öldü” ifadesiydi.
İsrail destekçisi Clinton’a, tam da Filistinliler katledilirken “barış ödülü” veren bir kurumun nazarında “suçlu” ilan edilmek ancak ve ancak onur madalyası olabilir.